|
|
|
çizgi filmler tv,
sesli masal dinle, boyama kitabı, masal oku, bilmece çöz,
bilmeceler, çocuklar için |
|
|
|
İYİ YÜREKLİ EŞEK |
|
Bir varmış, bir yokmuş. Bol bol süt içenlerin kentinde bir sütçüyle eşeği
yaşarmış. Sütçü, çıkarını iyi bilen, çalışkan,gayretli ve kurnaz bir adammış.
Sabahları gün ağarmadan uyanır, gider eşeğini uyandırır, neşeli türkülerle onu
hazırlarmış :
Güneş şimdi doğmadan
Dostum benim, gel uyan!
Kazanır daima çalışan
Dostum benim, gel uyan!
Uykusunu bir türlü alamayan eşeğin gönlünü almak için çeşitli komiklikler yapar,
ona şeker verir, sağrısını sıvazlarmış. Eşek bu ya, eşekliği nerden belli
olacak?... İsteksiz isteksiz bir iki anırırmış. Uykusunu dağıtmak için gözlerini
ovdukça ovarmış. Ancak karnı bir güzel doyduktan sonra keyfi yerine gelirmiş. O
da başlarmış sahibiyle birlikte türkü söylemeye :
Sabah erken kalkmalı
İşimize bakmalı
Öğlen vakti olmadan
Şu sütleri satmalı
Öyle bir gayretlenirmiş ki eşekçik, sütüne yüklenen süt güğümlerinin bile
ağırlığını duymaz olurmuş. İki çalışkan arkadaş, horozlar kukkuriku diye
bağırmadan, bebekler ınga ınga diye ağlamadan yola çıkarlar, evlere süt
dağıtırlarmış.
“Süüüt!...Sütçüüü!”
Eşek de sahibinden geri kalır mı? Başlarmış bağırmaya :
“Ai...Aaaaiii!”
Böylece sahibiyle beraber süt satarmış eşekçik. Akşamlara kadar yorulmak nedir
bilmezmiş. Sahibinin cepleri para ile doldukça bir sevinirmiş, bir sevinirmiş
ki, anlatamam. Her akşam yatarken ; “Yarın olsa da işe çıksak,s ahibimin cepleri
yine parayla dolsa!” diye güzel güzel düşünürmüş. Boğaz tokluğuna çalışmaktan,
sahibini mutlu kılmaktan başka bir şey akıl etmezmiş zavallıcık.
“Süüüt.Sütçüüü! Haydi, sütçünüz geldi!”
Derken, çalışmalarının karşılığını görmüş sütçü. Zengin olmuş. Adamlar tutmuş.
Sütçülüğe çıkmayı bırakmış. Eşek bu duruma üzülmüş. Üzülmüş ama elden ne gelir?
Katlanmış çaresiz. Asık suratlı bir adamla satışa çıkarken isteksiz isteksiz
yürür, eski günlerini içinden acı acı anarmış.
“Hey gidi günler hey, ne mutluyduk o günlerde! Cepte ağırlığımızca paramız,
altın yaldızlı koltuğumuz yoktu ama neşemiz, dostluğumuz vardı.Birbirimize
sevgimiz vardı. Gülen yüzümüz vardı. Türkülerimiz vardı. Yarınları bekleyişimiz
vardı. Canım, her şeyimiz vardı işte!
Zengin oldukça gülmesini unutan asıl sahibi artık ne kendisini arar, ne de hal
hatır sorar olmuş.
Bu vefasızlık iyi yürekli eşeğe pek dokunmuş. Öyle ki, gün geçtikçe sararıp
solmaya, zayıflamaya başlamış. İnsan, o sıkıntılı günlerin sadık arkadaşını,
dert ortağını, türkü arkadaşını unutur mu? Bir türlü kabullenemiyormuş bunu...
Derken, sıskalıktan kaburgaları birbirine geçer olmuş hayvancığın. O kadar
zayıflamış yani. Değil sabahtan akşama kadar dolaşmak, ayağını bile kımıldatamaz
olmuş. Dünya hali bu. Hastalık, düşkünlük olmaz mı?
Ama asık suratlı adam aman zaman dinleyecek soyundan değilmiş. Eşek kırılıp
döküldükçe, acıma dilendikçe basarmış tekmeyi, sen misin tembellik eden diye.
Üstelik ağır sözler söylermiş :
“Seni ucuz hayvan seni! Demek bütün niyetin sahibini iflas ettirmek. Geber de
kurtulalım bari!”
Aman zaman bilmeyene hal anlatmak ne mümkün?..
İki gözü iki çeşme, öksürüp aksırarak, derdini anlatamadan bir köşeye çekilirmiş
kara yazgılı hayvan.
Asık suratlı adam dayaklar yetmezmiş gibi tutmuş eşeği sahibine şikayet etmiş.
“Aman efendim, ne uyuz hayvan bu? Üstelik her gün hasta. Naz ediyor ama kime?
Böyleleri her zaman zarar verir sahibine. Bana kalırsa, çalışmayana ekmek
olmamalı. Satalım, başımızdan atalım, gitsin!”
Parasına para katmaktan başka bir şey düşünmeyen sahibi, eskisi kadar düşünceli,
iyi huylu değilmiş. Üstelik bir sinirliymiş, bir sinirliymiş ki, ne söylense
bağırır çağırırmış! Adamını dinledikten sonra iri iri açılmış gözleri :
“Ne demek?” demiş. “Benim evimde para kazanmadan yan gelip yatmak, ha? Olmaz
öyle şey! İşine gelmiyorsa, defolsun! Biz kimsenin bedava bakıcısı değiliz!”
Zavallı hasta eşek pencerenin altında sahibinin bu sözlerini duyunca yüreğine
inecekmiş nerdeyse.
“Yok, vallahi kalmam burda! Bu kadar vefasızlık sığmaz benim mantığıma.” demiş
kendi kendine, üzerinden güğümleri atıp ormana doğru kaçmış...
Tanrı bir kapıyı kaparsa bir kapıyı açar elbet. Eşek gözyaşları içinde söylene
söylene yürüye dursun, yolda ufacık bir torbayı bile taşıyamayan ihtiyar bir
çiftçiye rastlamış. Hani, insanlara bir daha yanaşmayacağına söz vermiş ama,
yufka yüreği dayanamamış yine. Kendi hastalığını, halsizliğini unutup seslenmiş
:
“Çiftçi baba, çiftçi baba, istersen torbanı yükle sırtıma. Kaldıracak halin yok
belli. Sana yardım edebilirim belki.”
Çiftçi o kadar sevinmiş ki, hayvanın boynuna sarılmış, torbayı sırtına atmış.
“Eşek kardeş, belli, seni Tanrı gönderdi... Sağolasın! Ama sen de ne kadar
zayıfsın. Üstelik soluyorsun. Titriyorsun. Besbelli, hastasın. Ama yine de ben,
senden daha hasta ve dermansızım.”
İki bitkin yolcu konuşa konuşa bir kulübeye gelmişler. İhtiyar sırtından torbayı
indirirken eşeğe teşekkür etmiş :
“Buyur” demiş. “Biraz dinlen. Belki gideceğin yol uzundur.”
Eşek üzüntüyle kafasını sallamış :
“Gideceğim yer yok ki!”
“Ya evin barkın?”
“Yok... Yok!”
“Eşin, dostun?”
“Yok dedim ya!”
Başlamış başından geçenleri birer birer anlatmaya. Sözlerini bitirirken,
“Tanrı kimseyi benim gibi düşürmesin”demiş. “Artık bundan sonra bir köşeye
çekilip ölümümü bekleyeceğim.”
Kafasını uzun uzun kaşımış sevimli ihtiyarcık :
“Doğrusu sevgili eşek,” demiş. “Hikayen pek acıklı. Naparsın, dünyanın hali bu!
Sen de fazla duygulusun. Belli. Bir dostun seni terk etti diye bu dünyayı terk
etmeye değer mi? Gel, burada kal. Yemeğime ortak ol. Kıt kanaat geçinir gideriz.
Üstelik, biz arkadaş değerini biliriz.”
Pek sevinmiş eşekçik. Yüreğine su serpilmiş. Mutlulukla ihtiyarın evine
yerleşmiş. Neşeli günler yaşamaya başlamışlar. Günler ayları, aylar yılları
kovalamış.
Bir gün kentteki zengin sütçünün varlığını kaybettiği, yorgan döşek hasta
düştüğü haberi ortalığa yayılmış. İhtiyar :
“Sana ettiğini buldu!” demiş eşeğe.
Ama eşeğin yüreği acıyla burkulmuş. Sormuş soruşturmuş. Eski sahibine kimsenin
bakmadığını, pek zavallı bir durumda son günlerini saydığını öğrenmiş.
“Ne de olsa eski dost, varayım helâllaşayım. Bir yararım dokunur mu sorayım”
demiş.
Yola düşmüş.
Ölüm döşeğinde bulmuş eski sahibini. Gitmiş,öpmüş ellerini.
Sahibi önce tanıyamamış. Ama, dikkatli bakınca sevinçle boynuna atılmış :
“Gel, benim eski dostum!” demiş. “Şu zavallı sahibini bağışla. Anladım ki
arkadaşlık,
dostluk parayla ölçülmemeli. Doğrusu, sen eşekliğinle iyi ders verdin bana.
Yalvarırım, sana yaptıklarım için beni bağışla!” demiş ve ruhunu teslim etmiş.
İnce duygulu eşek, sahibinin başında uzun süre ağlamış. Son görevlerini de
yerine getirdikten sonra çiftçinin yanına dönmüş.
İhtiyar çiftçi onu sevgiyle karşılamış ve demiş ki :
“Sevgili dostum, hoş geldin!.. Doğrusu soyluluğun gözlerimi yaşartıyor. Başkası
olsaydı gitmezdi. Oysa, sen başkalarından çok değişiksin. Böyle hiçbir karşılık
beklemeden sevmek ve yardımcı olmak ne güzel! Artık bu güzel huyunu öğrendim ya,
malım mülküm, varım yoğum senindir. Var,bildiğin gibi yaşa. Şunu unutma sakın;
senin gibi olanlar bir gün mutlaka kavuşur hak ettiğine!”
|
|
|
Okuduğunuz fıkra
2 Ocak 2009 Cuma günü, Atbr
tarafında sitemize eklenmiş olup, 727 kişi tarafından okunmuştur. |
|
|
|
|
|
|
|